DEVECİLERKÖYÜ MEZARLIĞI
  RABBİMİZ
 


Bize bu imkanı veren Yüce Allah(cc)'a hamd, Alemlerin efendisi
Hz.Muhammed (sav)'e, onun aile ve ashabına salat ve selam olsun !
Bütün peygamberlere ve Allah dostlarına da selam olsun !
Bütün mü'min kardeşlerimizede selam olsun !
 

Allah (cc)
Kur'an-ı Kerimde buyuruluyor ki:

Allah göklerin ve yerin nurudur.” (Nur: 35)

Allah-u Teâlâ Ehadiyet mertebesinde bir gizli hazine iken; rahmetinin cemâlini, kudretinin kemâlini, azamet ve celâlini, sanatının inceliğini ve hikmetinin sırlarını duyurmayı irade buyurdu. Bunun üzerine ruhlar âlemini ve cisimler âlemini yarattı.

Bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyurmaktadır:

“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi arzuladım, bunun için de mahlukatı yarattım.” (K. Hafâ)

Bunu bir bilgi, bir haber değil, aynı zamanda bir emir olarak kabul etmek gerekiyor. Çünkü Allah-u Teâlâ’yı tanımak insanın en başta gelen vazifesidir.

Allah-u Teâlâ’nın varlığı kadimdir, evveli yoktur. Zamandan da ezelden de önce vardı. Zât-ı akdes’inin varlığından evvel hiç bir şey yoktu. bütün varlıklar O’nun buyurduğu bir kelime ile meydana çıkmışlardır.

Hadis-i şerif’te buyurulduğu üzere:

“Allah var idi ve Allah’tan başka bir şey mevcut değildi.” (Buharî. Tecrid-i sarih: 1317)

Sonra varlığını ve kemalini duyurmayı, hikmetiyle kâinatı ve insanları yaratmayı irade buyurdu ve dilediği şekil ve nizam üzere yarattı.

Allah-u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm’ın belinden zürriyetini çıkarıp onları akıl sahibi yaptı ve onlara hitapta bulundu. İman ile emir buyurup, imansızlıktan nehyetti.

Onlar o anda zerreler gibiydiler.

Hakikat.com'dan alınmıştır.

 

Var olan Allah(cc)'tır. Başlangıcı ve sonu olmayan, herşeyi gören, işiten, bilen ve akılların almadığı bir varlıktır. Şekli şemali bilinmez tahmin edilemez. Hiçbirşeye ihtiyacı yoktur. Bütün mahlukatı yaratan ve yönetendir. Herşeyin gerçek sahibidir. Doğmamıştır, doğurmamıştır, anne baba çocuk gibi herşeyden münezzehtir, uzaktır. Sığınılacak kudrete ve merhamet eden bir rahmete sahiptir. Hiçbirşey onun denginde değildir ve olamazda. O, İlah'tır. Ondan başka ilah yoktur (LAİLAHE İLLALLAH)

İHLAS SURESİ
Esirgeyen ve Bağışlayan Allah'ın adıyla.

1) De ki: O Allah, birdir.
2) Allah, Samed'dir (herşey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır).
3) O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.
4) Ve hiçbir şey O'nun dengi değildir.

FELAK SURESİ
Esirgeyen ve Bağışlayan Allah'ın adıyla.

1) De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.
2) Yarattığı şeylerin şerrinden,
3) Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,
4) Düğümlere üfüren-kadınların şerrinden,
5) Ve hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden.

NAS SURESİ
Esirgeyen ve Bağışlayan Allah'ın adıyla.

1) De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine,
2) insanlarin Melikine (mutlak sahip ve hakimine),
3) İnsanlarin İlâhına.
4) O sinsi vesvesenin şerrinden,
5) O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar.
6) Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah'a sığınırım!)



Allah'ın isimleri (Esmâul Husnâ)
Allah'ın 99 ismi vardır ki, hepside birbirinden güzel ve Ulu Manalar taşıyan isimlerdir.
Bu isimler başkası adına kullanılmaması tavsiye edilir. Nitekim bu konuda edepe riayet ve güzel olanı yapmak gerekir. Örneğin "Rahim" yerine "Abdurrahim", Samed yerine "Abdussamed", Kadir yerine "AbdulKadir" konabilir. Allahın isimlerinin yanına "Abdul" eklenirse, ..kulu manasına gelir.
Örnek: "Abdulkadir" = "Kadir olanın Kulu" , "AbdulAziz" = "Aziz olanın Kulu"




Allah'ın Diğer İsimleri

Allah'ın isimleri 99 taneden ibaret değildir. Âyet ve hadîslerde bu 99 isimlerden ayrı olarak Allah'a başka isimler de izâfe edilmiştir.

Allah'a izâfe edilen diğer bâzı isimler şunlardır:

el-Vâhid'in yerine el-Ehad, el-Kahhâr'ın yerine el-Kâhir, eş-Şekûr'un yerine eş-Şâkir; el-Kâfi, ed-Dâim, el-Münevver, es-Sıddık, el-Muhît, el-Karîb, el-Vitr, el-Fâtır, el-Allâm, el-Ekrem, el-Müdebbir, er-Refî', Zittavl, Zülmeâric, Zülfadl, el-Hallâk, el-Mevlâ, en-Nasîr, el-Gâlib, el-Hannân, el-Mennân...

Kur'ân-ı Kerîm'de Allah ism-i şerîfi 2800 defa zikredilmiştir. Allah isminden sonra Kur'an'da en çok zikri geçen isim, Rab ismidir. 960 yerde zikredilmektedir.

Rab isminden sonra, Kur'an'da en çok yer alan isimler ise; Rahmân, Rahîm ve Mâlik isimleridir. Fâtiha sûresinde "Allah" isminden sonra sıra ile zikredilen bu dört ism-i şerîfe, Cenâb-ı Hakk'ın Rubûbiyet Sıfatları adı da verilmektedir.

Terbiye etmek, büyütmek, yetiştirmek mânalarını ihtiva eden Rab kelimesinin asıl mânası: "Bir şey'i derece derece yükselterek, gayesi olan en mükemmele erişinceye kadar kollayan" demektir.



İsm-i A'zam Nedir?
Allah Teâlâ'nın Kur'an ve hadîs-i şerîflerde zikredilen isimlerinin en büyüğüdür.

İsm-i A'zam'ı, Allah, isimleri içinde gizlemiştir. Bunun da hikmeti, kullarının bütün Esmâ-i Husnâ'ya rağbetini sağlamak, kendisine bütün isimleriyle dua edilmesini te'min etmektir. İsm-i A'zam belli olsaydı, insanlar yalnızca o isimle dua ederler, diğer isimleri terkederlerdi. Çünkü İsm-i A'zam'ın Allah katında büyük bir değeri vardır. Bu isimle yapılan duaların mutlaka kabûl edildiği rivayet olunmuştur.

İsm-i A'zam'ın Esmâ-i Husnâ'dan hangi isim olduğu hakkında, İslâm âlimleri ayrı ayrı kanâatler ileri sürmüşlerdir. Büyük ekseriyetin kanâatı, İsm-i A'zam'ın, lâfza-i Celâl yani Allah ismi olduğudur. Hz. Ali Efendimize göre İsm-i A'zam tek isim değildir. Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs'tan ibaret 6 isimdir.

İmam-ı A'zam'a göre, İsm-i A'zam, Hakem ve Adl olmak üzere iki isimdir. Gavs-ı A'zam'ın İsm-i A'zam'ı, Hayy ismidir. İmam-ı Rabbânî'ye göre de İsm-i A'zam, Kayyûm'dur.

Görüldüğü gibi İslâm büyükleri, İsm-i A'zam'ı farklı isimlerde bulmuştur. Belki de herbirinin hususi âlemine tecellî eden İsm-i a'zam değişik olmuştur.

Esmâ-i Husnâ içinde bir İsm-i A'zam olduğu gibi, her isim için de a'zamî bir mertebe vardır. Bâzan bir ismin a'zamî mertebesi, İsm-i A'zam ile karıştırılır; o isim a'zamî mertebedeki tecellîsi sebebiyle İsm-i A'zam sanılır. İsm-i A'zam'ın her âlime göre değişik olmasının bir sebebi de budur. 

Allah(cc)'ın, altısı Zâtî, sekizi Subûtî olmak üzere 14 sıfatı vardır.

Zâtî Sıfatlar:

Zâtî sıfatlara, Tenzihi ve Selbi sıfatlar da denir.

VÜCUD: Var olmak demektir. Onun varlığı kendinden olup, başka bir varlığa bağlı olmayan bir zâttır. Bütün herşeyi yaratan birisinin var olması gerekir. Bu yüzden Allahü Teala'ya Vâcibü'l-Vücûd denilmiştir. Allah'ın yok olduğunu iddia etmek, onun yarattığı bütün kâinat ve içindekilerin varlıklarını inkâr etmeyi gerektirir. Çünkü herşeyi yaratan ve var eden O'dur.

KIDEM: Allah(cc)'ın varlığının ezeli olması. Onun varlığının başlangıcı yoktur ve varlığı zamana bağlı değildir. Yani önce yok iken sonradan var olmuş değildir. Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin Allah(cc)'ın var olmadığı bir an bile yoktur ve düşünülemez. Zaten zamanı ve mekânı yaratan da O'dur. O Allah(cc) ki zaman kayıtlarından münezzehtir.

BEKA: Allah(cc)'ın varlığının sonu olmaması. Bâkî ve Sonsuz olmasıdır. Onun varlığının başlangıcı olmadığı gibi sonu da yoktur. Herzaman vardı ve hep var olacak. Geleceğe doğru ne kadar gidilirse gidilsin onun yok olduğu veya varlığının sona erdiği hiç bir an olamaz. Başlangıcı olmayan bir varlığın sonunun olmaması gerekir.

MUHALEFETÜN LİL-HAVÂDİS: Allah(cc)'ın sonradan yaratılan hiçbir varlığa benzememesidir. Her ne akla geliyorsa veya düşünülüyorsa o Allah değildir. Çünkü akla gelen ve düşünülen şeyler hep sonradan yaratılmış, yok iken var olmuş şeylerdir.

KIYAM Bİ-NEFSİHÎ: Allah(cc)'ın hiçbir varlığa ihtiyaç duymamasıdır. Allah(cc), hiçbirşeye bağımlı ve muhtaç değildir. Bilakis yaratılan varlıklar ona muhtaçtır.

VAHDANİYET: Allah(cc)'ın bir ve tek olmasıdır. Sıfatlarında, ilahlığında, yaratıcılığında, benzerliğinde ve diğer özelliklerinde eşi/ortağı yoktur.


Subûtî Sıfatlar:

HAYAT: Allah(cc)'ın hayat sahibi olmasıdır. Ayrıca hayatın sahibidir. O her zaman yaşamıştır ve herzaman yaşayacaktır. Onun hayatının başlangıcı ve sonu yoktur.

İLİM: Allah(cc)'ın herşeyi bilmesidir. Kâinatı ve içindekileri ve bizim bilmediğimiz nice şeyleri yaratan bir yaratıcının, herşeyi en ince ayrıntısına kadar bilmesi gerekir. Bu yüzden Allah(cc)'ın ilmi hiçbirşeye sığmaz, çünkü O herşeyin ilmini bilir.

SEMİ: Allah(cc)'ın herşeyi duyması/işitmesidir. Onun işitmesi kulak ile değildir. En uzak yerdeki bir şeyin sesini, fısıltısını duyar. Uzaklığı yakınlığı yaratan da Odur. Ona hiçbirşey uzak değildir.

BASAR: Allah(cc)'ın herşeyi görmesidir. Onun görmesi göz ile değildir. Eğer Onun görmesi göz ile olsaydı, görebilmesi için göze muhtaç olurdu. Oysaki Allah(cc) hiçbirşeye muhtaç değildir. Karanlık ve Aydınlık dahil olmak üzere onun görmesini hiçbirşey engelleyemez. Allahü Tealâ, zifiri karanlık bir yerdeki siyah taşın üzerinde gezen siyah karıncayı bile görür.

İRADE: Allah(cc)'ın herşeyi istediği gibi dileyebilmesidir. Onun dileği sınırlı değildir. Ne isterse onu yapabilir. Bu kâinatta olmuş ve olacak herşey, Allah(cc)'ın dilemesiyle olmuştur. Onun dilediği muhakkak olur ve dilemediği de muhakkak olmaz.

KUDRET: Allah(cc)'ın herşeye gücü yetmesidir. Kâdir olan Allah(cc)'ın dilediğini yerine getirebilecek kuvvet ve kudrete sahiptir.

KELÂM: Allah(cc)'ın ağız, harf, ses vs. gibi hiçbirşeye muhtaç olmadan konuşmasıdır. Allah(cc)'ın kelâmı, onun sözü demektir. Allah(cc) peygamberlerine bildirdiği vahiyler, onlara verdiği ilâhî kitaplar ve gönderdiği ilhamlar onun Kelâm sıfatının neticesidir.

TEKVİN: Allah(cc)'ın yaratmasıdır. O, gördüğümüz görmediğimiz herşeyi yaratandır. Yaratan sadece O'dur. Ondan başka yaratan yoktur. Yaratmak Allah(cc)'a mahsustur. Onun yaratmasına hiçbirşey engel değildir. Ayrıca onun için, göğü yaratmak ile bir sivri sineği yaratmak arasında hiçbir fark yoktur. Allah(cc), iradesi sonucu Kudretiyle Tekvin eder. Başka bir deyişle, dilediği bir şeyi yaratmaya gücü yeter.


Allah'ın gücü

Bilindiği gibi Allah(cc), içerisinde bulunduğumuz kâinatın ve bilemediğimiz olan herşeyin yaratıcısı, yöneticisi ve gerçek sahibidir. İster dünya olsun, ister ahiret olsun, isterse başka gezegenler veya hayatlar olsun hepsinin ilmi, gözetçisi olan bir tek kişi vardır. O da Allah(cc)'tır.

Yine kendi yaşadığımız yerden örnekler ve dersler çıkartacak olursak, gezegenler gökler, bulutlar, dağlar taşlar, ağaçlar ve çiçekler, canlılar, insanlar, hayvanlar ve tüm varlıklar şüphesiz muhtaçtırlar. Canlılar muhakkak nefese, rızka ve yaşama ortamına muhtaçtırlar.

İnsandaki en büyük özellklerden biri olan AKIL ile gerçek manada düşünüldüğünde, ACABA NEDEN YARATILDIK sorusunu kendi kendine sorması bir nevi ilahi kapıya yönelmedir. Eğer yaratılma gayesini bilir ve ona göre hayatını sürdürürse işte bu ilahi kapıya doğru yol alır. Aksi taktirde pişman olacağı bir seyre çıkmış olur.

Şükür ettiğimizde veya Fatiha suresini okuduğumuzda içerisinde geçen ifade "ELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ALEMİN" (Alemlerin Rabbi Olan Allah'a hamdolsun, ki Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur) bazı derin düşüncelere vesile olabilir. Nitekim Alemler deyince insan alemi, cin alemi, melekût alemi, hayvanlar alemi, sudaki alem, gökteki alem gibi binlerce âlemin var olduğuna inanmak da, elbetteki imanın alametlerindendir. İşte bu alemlere Rab olan, eğiten, yöneten bir varlığın olması gerekir. Herşey başı boş bırakılsaydı muhakkak düzen bozulurdu. Eğer birden fazla yönetici olsaydı yine düzen bozulurdu.

İşte bunca varlığın, alemin, ihtiyaç sahiplerinin canlı cansız olan herşeyin gerçek sahibi olan birisinin gücünü tahmin etmek gerçekten AKIL işi değildir. Onun yüceliğini ve kuvvetinin büyüklüğünü idrak edemesekde, ona KUL olduğumuzu bilmemiz ve ona göre hareket etmemiz en yerinde davranış olacaktır. Onu övmek ve yüceltmek, onu sevindirecektir.

Yaşadığımız dünya gezegeni direksiz ve desteksiz olarak boşlukta duruyor. Aynı zamanda durmadan dönüyor. Bunun gibi sayısını bilemediğimiz kadar gezegen, ayrı ayrı özelliklere çeşitliklere sahip olduğu halde, onları bir nizam ve ölçü içerisinde yöneten, haberi olan, büyük bir varlığın yokluğuna inanmak gerçekten ahmaklıktır.

O, herşeye gücü yetendir. Hiçbirşey ona ağır gelmez. Allah (cc) için, Bir sivrisineği yaratmak ile, bir Âlemi yaratmak arasında hiçbir zorluk yoktur..

Yaratan O'dur, Yöneten O'dur, Hüküm veren O'dur. Bütün güçlerin kaynağı yine O'dur. O, Allah'tır. (Celle celâluhû)

Biz O Allah'ı hamd eder, tesbih eder ve zikrederiz. Biz O'na aitiz, O'ndan geldik, O'na döneceğiz.
Hamdolsun Alemlerin Rabbi Olan Allah'a...


Allah'ın cemâli (Cemâlullâh)

Tüm güzellikleri yaratan Rabbimizi görmek, O’nun cemalini seyretmek, selamını dinlemek kadar büyük bir saadet olabilir mi? Bu büyük buluşmanın gerçekleşmesi akla göre mümkün, kaynaklarımıza göre kesin olduğu halde bazı insanlar bu konuda şüpheye düşebiliyorlar.

Allahu Tealâ’nın müminler tarafından görüleceği konusunda şüphesi olanlar şu soruları soruyorlar: Gözümüz bunca mesafeden güneşe bile bakamıyor. Güneşi ve bütün alemleri yaratan Yüce Allah’ın zatına bu göz nasıl bakacak, buna nasıl dayanacak? Ayrıca bir şeyi görmek için onun bir yönde bulunması gerekir. Allah hangi yönde gözükecek? Oysa Rabbül Alemin için o şu yönde bulunur demek mümkün değil.

Bu tür sorular her zaman sorulabilir. Bunlar bir müminin aklına da takılabilir. Bu durumlarda hemen şüpheye düşüp inkâra gitmek yerine, problemi çözmenin peşine düşüp, meseleyi incelemek gerekir.

Ahiret şartları dünya ile aynı değil

Önce, konumuzu aydınlatacak temel esasları hatırlayalım:

İmanın esası, gayba iman etmektir. Gayb, yok olan değil, var olduğu halde görülemeyendir. Çok şey var ki, onları görmediğimiz halde kabul ediyoruz. Var olduklarını çeşitli kanıt, işaret ve belirtilerden anlıyoruz. İşte Yüce Yaratıcımız, melekler, akıl, ruh görmeden kabul ettiğimiz varlıklardır.

İdrak ve algılama bakımından, içinde yaşadığımız dünyanın şartları ile ahiret aleminin ve cennetin şartları aynı değildir. Yüce Yaratıcımız zatını ahirette gösterecektir; ve elbette kullarına da o duruma uygun özellikler verecektir.

Bir şeyi görmek onun her şeyini görmeyi gerektirmez. Mesela biz, bir insana bakarken onun sahip olduğu her şeyi, her özelliğini görmüş olmayız. Gök yüzünü görürüz, fakat tamamını görmüş ve anlamış olmayız. Rasulullah A.S. Efendimiz de, Allahu Tealâ’nın, zatını, Adn Cenneti’nde Kibriye örtüsüyle perdeleyerek göstereceğini haber veriyor (Buharî, Müslim, Tirmizî).

Yani Cenab-ı Hak, mümin kullarına zatını gösterecektir. Fakat bu görme O’nun zatının tamamen anlaşılması, hiç noksansız görülmesi manasında değildir.

O’nu görmenin zevki kişiye göredir

Allahu Tealâ’yı görmek, O’nu bilmek, tanımak ve sevmek gibidir. Hiç kimse Cenab-ı Hakk’ı tam olarak bilmiş, tanımış ve sevmiş değildir. Ancak, her kul irfan derecesine göre O’nu sever. O’nu tam olarak görmek de mümkün değildir. Fakat farklı derecelerde de olsa görmek mümkündür. Bu da gören gözleri aydınlatmaya, seven gönülleri vuslat neşesiyle mest etmeye yetecektir.

Rasulullah A.S. Efendimiz’in belirttiği gibi, Allahu Tealâ yüce zatını nurla perdelemiştir. Eğer o perdeyi açacak olsaydı bütün alem yanardı. (Müslim, İbnu Mace) Bu durum, dünya şartlarında böyledir. Gözlerimiz dünyada O’nu görmeye güç yetiremez. Allahu Tealâ’nın cemalini görme saadeti cennette gerçekleşecektir. Allahu Tealâ cennette müminlere ayrı bir güç ve özel bir kabiliyet verecek, cemalini öyle gösterecektir. Ancak her kulun Yüce Mevlâ’ya yakınlığı ve Cemalullah’ı seyirdeki zevki bir olmayacaktır. Herkes, dünyadaki iman, irfan ve edebine göre farklı tatlar alacaktır.

O, yönlerle sınırlı değildir. O’nu görmek de...

Allahu Tealâ’yı görmek için bir mekâna ve yöne de ihtiyaç yoktur. O şu anda bizi ve bütün varlıkları görmektedir. Bu görmesi bir yön, mekân ve zaman ile sınırlı değildir. O herşeyi yöne, zamana ve mekâna bağlı olmadan görür. Görmesi göz gibi bir vasıta ile değildir. Kendisini de ahirette bütün yönlerden uzak, zaman ve mekândan arınmış bir şekilde, bildiğimiz şartlara bağlı olmadan gösterecektir. Bu haktır, gerçektir. Buna inanmak ve hazırlanmak gerekir. Allahu Tealâ’nın ahirette görülmesi Kur’an, Sünnet ve alimlerimizin görüş birliği ile sabittir. İnkâr eden, cahil veya gafildir. Cezası da bu nimetten mahrum olmaktır.

Rasulullah A.S. Efendimiz’in belirttiği gibi, Yüce Rabbimiz’i görmek için ölmek gerekir (Müslim, Tirmizî).

Kim Allahu Tealâ’ya kavuşmayı sever ve isterse, Allah da ona kavuşmayı sever. Kim Allahu Tealâ’ya kavuşmayı sevmezse, Allah da ona kavuşmayı sevmez. (Buharî, Müslim, Tirmizî)

Onun için aşık müminler, bir an önce O’na kavuşmak için can atarlar.

O gün nice yüzler rablerine bakarlar

Şimdi, bizlere Allah’ın cemalini görme nimetini müjdeleyen ayet ve hadisleri görelim. Böylece hem konuya daha çok vakıf olacak, hem de şevkimiz artmış olacaktır.

Yüce Rabbimiz buyurur ki: “O gün nice yüzler nur içinde parlamaktadır. Rablerine bakmaktadır.(Kıyame/22-23)

Allah için güzel amel işleyenlere en güzel karşılık (Cennet) ve bir de fazlası (Allah’ın cemalini seyretme) vardır.(Yunus/26)

Rasulullah A.S. Efendimiz bu ayeti okuduktan sonra şöyle buyurmuşlardır:

Cennet ehli cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten sonra, Allah tarafından görevlendirilmiş bir melek şöyle seslenir:

- Ey Cennet ehli! Allahu Tealâ’nın size verdiği bir sözü var, şimdi onu yerine getirmek istiyor. Bunu duyan Cennet ehli:

- Allah bizim yüzümüzü parlattı, terazimizi sevaptan yana ağır getirdi, bizi cennetine koydu, cehennemden kurtardı ya! derler.

O anda Alleh cemalinden perdeyi kaldırır. O’nu seyrederler. Vallahi Allah onlara, cemaline bakmaktan daha güzel ve gözü aydınlık edecek bir nimet vermemiştir.(Müslim, Tirmizî, Nesaî)

Ashabtan bazıları, “Ya Rasulallah! Ahirette Rabbimiz’i görecek miyiz?” diye sordular. Rasulullah A.S. Efendimiz de,

Siz bulutsuz bir gecede dolunayı görmek için bir zorluk çekiyor musunuz? diye sordu. Ashab,

Hayır ya Rasulallah” dediler. Efendimiz tekrar:

Bulutsuz bir günde güneşi görmekte bir zorluğunuz olur mu?” diye sordu. Ashab,

Hayır!” dediler. Rasulullah A.S. Efendimiz de,

İşte Rabbiniz’i de bu rahatlık ve netlikte göreceksiniz” buyurdu. (Buharî, Müslim, Ebu Davud, Nesaî, İbnu Mace)

Cerir b. Abdullah R.A. anlatıyor: “Gece vakti Rasulullah A.S. Efendimiz ile birlikte oturuyorduk. Efendimiz bir ara ondördündeki dolunaya baktı, peşinden şöyle buyurdu: ‘Hiç şüphesiz şu dolunayı rahat ve açıkça gördüğünüz gibi Rabbiniz’i de göreceksiniz. Siz, gücünüz yettiğince güneş doğmadan ve batmadan önceki namazları muhafaza etmeye çalışın.

Allah Rasulü A.S. peşinden şu ayeti okudu: Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbin’i hamd ile tesbih et ki, O’nun hoşnutluğuna ulaşasın. (Taha/130) (Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî)

Bu hadiste, cenneti ve Cemalullah’ı isteyenlerin namaza sarılması gerektiğine işaret vardır.

Cennette Allahu Tealâ’nın cemalini seyretme cuma günleri olacaktır. O gün cennet ehlinin bayramıdır. (Ebu Ya’la, Heysemî)

Allahu Tealâ cennette müminlerle konuşacak, onlara selam verecektir. (Yâsin/55-58) Bu ne büyük mutluluktur!

Talep eden, isteğine kavuşur.

Bütün bunlar doğru ve sağlam bir imanın ve Allah rızası için yapılan salih amellerin neticesidir. Rabbini seyretmekle şereflenecek gönlünü ve gözünü temiz tutanlara ne mutlu!

Rasulullah A.S. Efendimiz Allahu Tealâ’yı miraçta görmüştür. Sahih olan ve kalplerin huzur bulduğu görüş budur. Bu saadet, dünyada Efendimiz’den başkasına nasip olmamıştır.

Dünyada arifler, Allahu Tealâ’nın zatını değil, azamet ve kudretinin tecellilerini görürler. Buna müşahede denir. Yüce Rabbimiz’le dünyada konuşmak mümkündür.

Allahu Tealâ’yı rüyada görmek mümkündür. Bu caizdir ve gerçekleşmiştir. Efendimiz A.S. Rabbimiz’i çok defa rüyasında görmüştür. Mezhep imamlarından ve salihlerden çoğu Allahu Tealâ’yı rüyada gördüklerini anlatırlar.

Efendimiz A.S.’ın diliyle dua edelim:

Allahım! Senden ölümden sonraki hayatın rahatlığını, cemalini seyretmenin lezzetini ve sana kavuşmanın şevkini isteriz.

. 

 

 
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol